tasavvuf düşüncesi Tasavvuf

belirli bir riyazet ve mücahede yöntemini takip ederek kalbin arındırılmasıyla hakikate ulaşmayı esas alan bir disiplindir. Seminerler

bir "evrensel tecrübe" içerisinde tasavvufun kendine özgü doğasını soruşturmayı hedeflemektedir. Bunun için Serrac

Kuşeyri

Cüneyd-i Bağdadi

Hallac

Nifferi vb. ilk tasavvuf yazarlarından seçmeler yapılmakla birlikte; ağırlıklı olarak İbnü'l-Arabî'nin ve takipçilerinin eserlerinde tasavvufun insan

alem ve Tanrı görüşünü dile getiren metinler esas alınacaktır.
Tasavvufun ana düşüncesi şudur :
Yaradılış diye bir şey yoktur varlık birliği vardır. Varlık evrende ne varsa canlı cansız

tümünde belirmektedir. Ne başlangıç vardır

ne son

var olan

varlığın belirtileridir.. İnsan da

hayvan da

bitki de

maden de aynı varlığın çeşitli görünüşleridir. Hiçbir şeyin kendine özgü bir varlığı yoktur..
Yukarıdaki Herakleitos’un düşüncesi ile tasavvuf düşüncesindeki ortak noktalar açık seçik bir şekilde görülmektedir..
Tasavvuf bilginleri akılcı ve bilimsel düşünür. İslam kurallarını akla ve çağlarının bilimsel verilerine göre yorumlamışlardır..
İlk tasavvufi düşünceler şöyle özetlenebilir.
Tanrı

kitabında

ben her şeyi kapsarım

ben insanı ruhumdan üfledim. Önce ve sonra

açık ve gizli benim. Yüzünüzü nereye dönerseniz beni orada görürsünüz demektedir. Bu sözlerin açık anlamının altındaki gizli anlamı

her şeyin tek varlığın ürünü olgusudur. ( VAHDET-İ VUCUT ). Ama peygamberler karşısındakilere akıllarının alabileceği kadarını söyleyebilir. Putlara tapıldığı bir çağda

o taşların bile gerçekte tanrının bir tezahürü olduğunu elbette söyleyemezlerdi. Gerçek anlamın bir süre gizlenmesi

din iyice oturunca ve akıllar geliştikçe alıştıra

alıştıra açıklanması gerekiyordu. Hz.Ali de bu gizli anlamları Peygamberden açıkça öğrenmişti. O da bunları açıklayamazdı. Ki onun sıfatlarından birisi de SIRRULLAH’dır. Hz. Ali’nin torunu Zeynelabidin de şöyle diyor. “ Nice bilim cevheri var ki

eğer onları açıklayacak olsam

beni puta tapmakla suçlar

kafamı kesersiniz..
Bu ana düşünce gittikçe gelişerek tam bir maddecilik karakteri göstermektedir. “ Her şey tek şeydir. Ne başlangıç vardır ne de son

ne yaratan vardır ne de yaratılan

evrendekilerin tümü aynı varlığın tezahürleridir. Daha açık bir değişle aynı varlık.”
XIV. yüzyıl mutasavvufu Şayh Bedrettin Varidat adlı yapıtında

ağacın ben tanrıyım demesi

bir insanın da bu sözü söyleyebileceğini gösterir. Değil mi ki bütün evren Tarının görünüşüdür

o halde kim ben O’yum derse yalan söylemiş olmaz..
Tasavvuf felsefesini “ Hiçbir şey yoktan var olmaz “ Parmanides ile “ Her şey karşıtı ile gelişir “ Heraklietos’un yaklaşımlarından etkilenmiştir..
Ben Tanrıyım diyen MANSUR..
Suyun rengi kabın rengidir diyen

Cüneydi Bağdadi..
Tanrıyı görmek isteyenler eşyaya bakın diyen Muhuddin-i Arabi’nin bu sözleri gibi

kimi tasavvuf bilginlerinin açık sözleri

islam tasavvufundaki Tanrı ; evrenin toplamından başka bir şey değildir diyen Panteizme yaklaşmaktadır..
Muhyiddin-i Arabi ( 1165-1240 ) İrfan Aynası adlı yapıtında şöyle der. “ O bir elçi gönderdi. Kendisinden

kendisiyle

kendisine..
“ Şu manaları da unutma ; Ezel şu andır

ebed şu andır

kıdem şu andır

Yani ; Ezel

ebed

kıdem şu içinde bulunduğumuz ve göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde elden çıkardığımız vakte sığdırılmıştır. İŞ BU VAKTİN İÇİNDE KENDİNİ ARA..
Araz

cevher ne varsa ; yani öz çekirdek ve bu çekirdeklerin sonradan meydana getirdikleri ki bunlar MÜKEVVENAT tabir edilir. Bütün bunlar Hakkın vücududur. Varlığıdır. ( Mükevvenat- yaratıklar

varlıklar. ) Bütün bunların sırrı

bir zerrenin içinde saklıdır. Zerrelerden herhangi birinin sırrı çözülsün

işte o zaman görülecektir ki bütün mükevvenatın sırrı meydandadır..
Yüce Tanrının zatına bağlı sıfatlar her an bir değişik şekil almaktadır.
Şeyh Bedrettin ( 1357-1420 ) Varidat adlı yapıtında “ Her nesnede hatta her zerrede bütün alemler mündemiçtir. Görülmez ki

tasavvuf itibariyle bir tanede bir ağacın hepsi gizlenmiş olduğu gibi

tane dahi ağacın her cüzünde gömülüdür

Alemler de böyledir. Bütün cüzleriyle kendi aslında

o asıl da alemlerin her birinde mevcuttur.. Öyleyse bütün alemler her zerrede bulunduğu şüphesizdir. HER GÜZEL ŞEY CENNET VE HER KÖTÜ ŞEY CEHENNEMDİR